19 Eylül 2009 Cumartesi

AMERIKA (USA)

Bir Work And Travel Macerası (Bu bir Anı yazısıdır!) Work and Travel: Amerika’da geçen, adı üzerinde hem gezip hem çalışmak için Üniversite öğrencilerine sunulmuş bir nimet. Bu program, Normal şartlar altında 1.2.ve 3. Sınıf öğrencilerinin yaz aylarında katılabildikleri bir etkinlik. Benim katıldığım yaz 2009 yılıydı. Amerika, 4.sınıf öğrencileri ülkeden geri döneceklerini ikna edebilirlerse gelsinler dedi. Bende madem Amerika beni çağırıyor gitmemek ayıp olur dedim ve düştüm yollara.
Yıllar sonra yazmak çok kolay oluyormuş oysa katılma kararımı hiç o kadar da kolay veremedim. Sıfırdan hallice İngilizcemle daha önce hiç yurtdışı deneyimi yaşamamış, bırak yurtdışını tek başına tatile bile gitmemiş ben, herkesten km’lerce uzakta nasıl yapacaktım. Bu devrede benim en büyük destekçim, o dönem Ukla Abroad Yurtdışı Kariyer Danışmanlığı’nda çalışan Sevgilim(Eşim) Latif ve Sponsorum Ailem oldu. Programa katılmaya karar vermek zorlu bir süreç iken karar verdikten sonraki süreçte fena sayılmazdı. Çabucak İngilizce öğrenmem öğrenmekle kalmayıp konuşabilmek için cesaret edebilmem gerekliydi. Ve dönemin popüler kurslarından birinde buldum kendimi gramer sınıflarını pas geçip konuşma sınıflarına yoğunlaştım. Ayrıca okulda da üstün performans gösterip hem alttan hem de dönem derslerimi vermem gerekiyordu, yaz okuluna kalmam demek okulun kafadan uzaması demekti. Çok çalışıp azmettim ve yaz okuluna kalmadan okulu bitirdim.
Bu süreçte ilk vize görüşmemden red aldım. Görüşmeyi yaptığım memur ya beni sevmedi ya da ben çok ters bir gününe denk geldim bilmiyorum hiçbir gerekçe göstermeden bana red cevabını günler sonra iletti. Latif zaman kaybetmeden ikinci randevu için başvurdu. Bu arada ben red cevabı yediğimi annemlere söyleyemedim. Derken günler geldi geçti ikinci görüşmede öğrendim ki ilk randevuda görüştüğüm memur, benim ülkeme döneceğime inanmamış ve bu yüzden bana red cevabı vermiş. Ah be güzelim söyleseydin bana da adam gibi ben ikna etmez miydim seni.
Vizeyi de aldıktan sonra iş fuarı, işe yerleşme, arkadaşlarla tanışma, kural toplantıları derken süreç çok çabuk ilerledi. Ve 17 Haziran 2009’da İstanbul’dan Boston’a Paris aktarmalı olarak gittim. Yanımda benimle aynı şehirde çalışacak bir arkadaş ile gittik. Birçok ilk yaşadığım bir yolculuk oldu. İlk yalnız seyahat, ilk uçak yolculuğu, ilk yurtdışı deneyimi. Gitmeden aldığımız eğitimlerde orada neyi yapmamız neyi yapmamamız gerektiği anlatıldı. Boston’a iner inmez beni karşılayacak kişiyi aramam gerekmesine rağmen ben cesaretsizlik yapıp aramam gereken kişiyi aramadım. Herkes sırayla kalacağı evlere yerleştirilmişti ama sona ben kalınca bana ait bir bilgi olmadığı için son arkadaş, ben ve görevli kala kalmıştık. Neyse ki aramam gereken kişiyi görevli aramış ve adresi almıştı. Saat 22.30 da Maine eyaletinin Saco şehrinde 3 ayımı geçireceğim evin bahçesinde olmuştuk. İlk hafta yalnız kalacaktım. Maine eyaleti ünlü yazar Stephan King ‘in memleketi, yazarın kasveti bölgeden geliyormuş meğer her yer orman metrelerce yüksek ağaçlar ormanın ortasında tek tek binalar insana huzur verdiği kadar kasvete de boğuyordu. Amerika’ya giderken beni orda gül bahçelerinin beklemediğini biliyordum. O yüzden her şeye hazırlıklıydım.
Gece eve girdiğimde yeryüzünden şuana kadar en korktuğum hayvan olan örümcekleri (koca koca) evin her bir köşesinde görmem bir oldu. Ertesi sabah kaldığım yerdeki diğer Türk öğrencilerle çalışacağım parka gittim. Parktaki görevlilerle tanışıp çalışacağım birimi gösterip alışveriş yapmam için beni Walmart’a götürdüler. Amerika’da işim bir eğlence parkında bulunan yemek birimlerinde çalışmaktı. İş günlük belirleniyor dönüşümlü olarak bir gün kasada bir gün yemek yapmakta bir gün masa toparlama olarak şeflerimizde dahil herkes her isi yapıyordu. Zaten gelmeden de yeri geldiğinde bulaşık yıkamam gerektiğini yeri geldiğinde patates kızartıp hamburger yapacağımı biliyordum. O yüzden bocalamadım. Yorulup sıkıldığım günler elbette oldu ama haftanın sonunda maaş çekini almam ile tüm dertler son buluyordu. Boş günlerimizde yada yağmurdan dolayı parkın kapalı olduğu zamanlar yakınlardaki büyük alışveriş merkezlerine servis kalkardı. Servis olmadığı zamanlarda da biz arkadaşlarla toplaşıp yakın yerlerdeki gezilip görülecek yerlere gittik. Gezip görebildiğim kasabalar dışında büyükşehir olarak Boston ve Newyork vardı. Boston trenle 1 saat uzaklıktaydı kaldığımız yere o yüzden ilk trenle gidip son trenle dönme lüksüne sahiptik. Boston’da Harward Üniversitesi ilk ziyaret noktamız olmuştu. Daha sonra Hard Rock Café ve adını sanını duymadığmız sokaklarda bolbol gezdik.
3 aylık çalışmanın içinde elbette sorunlarla da karşılaştım. En önemlisi cüzdanımı kaybetmem oldu. Cüzdanımı kaybetiğimi 6 saat sonra fark ettim ki bu daha kötüsü idi. Defalarca uyarılmamıza rağmen kimliklerim ve kredi kartlarım paralarım son maaş çekim her şey bir arada idi. Arkadaşlarım beni telkin etmeye çalışıp ‘’Üzülme hepimizin başına gelebilirdi’’ derken Latif’i aramam ile kiyametler kopmuştu. Amerika’da kredi kartlari ile sifre gerektirmeden rahatlikla alisveris yapilabiliyordu. Üzerimde bulunan iki kredi kartida cüzdan ile birlikte yok olmuş kimliklerim de sırra kadem basmıştı. Ben ise konuyla ilgili hiçbir şey yapmamış ah vah edip durmuştum. Latif’le telefon konuşmamızın ardından polise gidip kayıp bildiriminde bulunmak ve kredı kartlarını iptal ettirmek aklıma geldi. Gerçek şu ki es kaza benim kimliğim bir olay yerinde bulunsa, ben derdimi anlatana kadar günler aylar geçer kimselerde bana yardım edemezdi. Ben o gazla ertesi gün gezdiğim bütün yerleri talan edip cüzdanı buldum. Kredi kartı kimlikler duruyordu ama paralarım yerinde yoktu. Allahtan son maaş çekimi yırtıp atmamışlardı, yoksa beş kuruşsuz 2 hafta takılırdım.
Gezmesi tozması deli gibi alışveriş yapması ile 3 ay sonuna geldiğimizde herkes hem üzgün hem de mutluydu. Dönüş uçaklarımız Newyork’tan olunca toplanıp kızlarla birkaç gün öncesinden Newyork’a attik kendimizi. Giderken ucuz olsun diye birde Çin firması ile gittik ve Newyork’taki Çin mahallesinin ortasına indik. 4 kız çıktık yolla Newyork’ta hostel da değil yıldızı olmayan bir otelde kaldık. Otel Central Parka çok yakındı. Her saniyesini dolu dolu geçirmek için büyük çaba sarf ettik. Özgürlük Anıtı, Empire State binası, Times Meydanı, Hard Rock Café, Madam Tussa Müzesi, filmlerde izlemeye doyamadığım gökdelenlerin gölgesinde kalan caddeler ve hatırlayamadığım daha birçok şey. Work and Travel, aslen bir gezi programı değildir. Bir dil okulu hiç değildir. Kişisel gelişim, sizin elinizde olan, ki buna dil öğrenebilme de dahil, çünkü girdiğiniz her ortamda bir Türk mutlaka oluyor, her şey sizin elinizde. Isterseniz ikinci bir iş bulup sadece para kazanabilir, isterseniz kazandığınız her doları son sentine kadar harcayabilir ya da başka başka milletlerle takılıp farklı kültürleri öğrenebilirsiniz. Ama unutmayın ki sizi orada beş yıldızlı oteller beklemiyor. Hayatta biraz mücadele gerekir. Aç kalabilir, tuvalet temizleyebilir, yer yatağında yatabilirsiniz fakat Amerika’da en az 3 ay böyle bir deneyimi öğrencilik hayatınız dışında bir daha yaşayamazsınız. 3 ayın sonunda kazanılmış paralar ve güzel dostluklarla döndük Türkiye’ye halen gezi planlarımın baş köşesindedir Amerika. Çinlilerin de dediği gibi Meiguo (Güzel Ülke) elbet bir gün yolum düşer yine…