6 Aralık 2016 Salı

SİNGAPUR


Bir Kasım ayıydı ve yine yollar bizi çağırıyordu. Çin’de edindiğimiz tecrübeler sonrası nüfus olarak kalabalık ülkelerde resmi, uzun tatilleri ülke içerisinde geçirmiyoruz. Kasım ayının ilk haftası Hindistan’ın meşhur Diwali (ışık festivali)bayramı idi. Biz de fırsatı kaçırmayıp hemen programımızı yapmıştık, hedef Bali’ydi. Bali’ye giderken Singapur’da 3 gün geçirmeye karar verdik.
Hem orayı da görmüş olalım dedik hem de dinlenmiş olmak iyi gelecekti. Ahmedabad- Delhi-Singapur güzergâhı ile 29 Ekim akşamı yola çıktık. 30 Ekim sabah 9’da Singapur’a vardik. Aslanlar şehri olarak bilinen, eskinin balıkçı kasabası, yeninin ise finans merkezi olan Singapur’un tarihi aslen 11.yy’a kadar dayanıyor lakin günümüze kadar gelmiş bir eser, tarih diyebileceğimiz tek bir noktası bile yok. Ülke, yapay parklar, bahçeler, havuzlar ve de limanıyla bir de aslan başlı 12 adet heykeli ve üzerinde gemi taşıyan oteli ile meşhur.
Bu küçük ama ekonomisi büyük ülke, para sayesinde işleri ilerletmiş her şeyin bir kolayını bulup hayatı kolaylaştırdığı gibi envai çeşit yasakları ile de nam salmış, sakız çiğnemek, sokakta, taşıma araçlarında yemek yemek gibi bir milyon çeşit yasakları var. Havalimanında çılgın kalabalıklara karışmadan Zülce’yi göstere göstere öncelikli geçişlerden çıktık. Çocuk sahibi olmak güzel şey ☺ Singapur Türk vatandaşlarından 30 güne kadar vize istemiyor. Uçakta dağıtılan formları doldurup parmak izi vermeniz yeterli. Bu sefer tatilimiz uzun olduğu için valizimiz büyüktü bagajı almak için bantlara gittik. Allah’tan çok beklemedik.
İlk gece konaklamak ve şu Singapur denildiğinde ilk akla gelen, çatısında gemi taşıyan otelde kalmak ve 57.kattaki sonsuzluk havuzuna girmek için Marina Bay Sands Hotel’de kaldık. Otele nasıl gideceğimizi bilmediğimizi bahane edip taksiye atladık, aslında bir an önce gitmekti amaç, tatil hemen başlasın istiyorduk. Havalimanı otel arasında en dikkatimi çeken yemyeşil yollar ve kocaman kocaman ağaçlar oldu. Bütün ağaçlar Bonzai’lere benziyordu, kocaman dev Bonzai’ler. Şangay da böyledir, şehirde yapay olmayan bir şey olmadığı için her yer yemyeşil, sokaklar, parklar, gelen turist bu ne arkadaş her yer taş, bina, ışık demesin diye bir nevi göz boyamadır.
Taksilerin fiyatları normaldi. Bulabildiğimiz noktalarda kullandık. Bulamadığımız zamanlarda da metro kullandık. Eskiden TL bu kadar değersiz olmadığı için Singapur teknolojik alışverişin gözdesi imiş. Şuan 1 Singapur doları 2.4 TL olduğu için hiç cazip olmuyor. Marina Bay Sands Hotel, bu zamana kadar gördüğüm en büyük oteldi. İçerisi adeta küçük bir şehir gibiydi. Günün her saati lobi kabalıktı. Biz normal check in saatinden önce orda olmamıza rağmen yine Zülce faktörünü kullandık ve odayı kaptık. Saat daha 10 falandı. Odamız orta binada 39. Katta ve deniz manzaralıydı. Singapur için bizim bulunduğumuz vakit yağışlı sezon olarak geçiyor ama kuru sezonda bile hava durumu şiddetli yağış gösteriyordu. Otele gittiğimizde yağmur başladı 1 saat kadar sürdü.
Biz de bu bir saatte otelin içerisindeki kafeden aldığımız sandviçleri yedik ve dinlenerek geçirdik.
Yağmur durunca mayoları giyip 57.kata çıktık. Bu havuz sadece otel müşterilerine özel, dışarıdan günlük giriş olmuyor. Seyir terasına çıkabiliyorsunuz ama havuz için konaklamanız gerekiyor. Havuz için sıkı güvenlik var, verdikleri oda kartı ile giriyorsunuz 1 kartla iki kişi bile giremiyor. Havuz için ekstra havlu taşımanıza gerek yok otelden ücretsiz olarak temin edebiliyorsunuz.
Gazetede, dergide, alakasız internet sitelerinde, seyahat bloklarında gördüğüm sonsuzluk havuzu karşımda duruyordu. Manzara gerçekten muazzam, oturduğum yerden 5 metre ötesi uçurum gibi , karşımda gökdelenlerin çatısı bakışıyoruz. Pek keyfe keder bir ortam. Havuzda bayağı oturduk yüzdük kitap okuduk sonra odaya geçtik. Zülce’yi girdirmedim çünkü yukarısı bildiğin serindi. Daha Bali ‘ye de gideceğimiz için olası bir hastalık riskine gerek yoktu. Ayaklarını sokmakla yetindi yavrum.
Akşam üstü otelin hemen karşısındaki Garden By the Bay yapay botanik parkına gittik. İçeride hem açık hem kapalı bahçeler var. Açık bahçelerde gezmek ücretsiz, kapalı alanların her biri için ve kuleleri bir birine bağlayan köprüde gezmek için 16S$ ödemeniz gerekiyor.
Ben en çok Cloud Forest merak ettiğim için ona girmeyi tercih ettik lakin bulutlanmanın belirli saatleri varmış biz o saatler dışında girdik. Bilet alırken ekstra satılan otomatik rehberleri almadığımıza da pişman olduk. İçeride envai çeşit bitki vardı, lakin tek bir tanesinde bile tanıtıcı kart yoktu. Bütün bitkilerin önünde numaralar vardı sadece otomatik rehber için, boş boş bakıp çıktık.
Singapur dev orkideleri ile meşhur, şehrin her köşesinde görmeniz mümkün. Parktan sonra yürüyerek otelin karşı kıyısındaki Marlion heykelini görmeye marinaya gittik. Otelin hemen yanında içinde yapay nehir olan kocaman bir alışveriş merkezi var. Aradığınız tüm lüks markaları burada bulabilirsiniz.
Hava kararmadan heykelin yanına gidebildik. Rivayete göre Eski Malezya Prensinin bir seyahat esnasında bu topraklarda Aslan gördüğünü söylemesi üzerine Aslanlar şehri anlamına gelen Singapura ismini vermiş. Zamanla İngilizceye Singapure olarak dönmüş. Bu meşhur heykellerin başları krala saygılarından Aslan, vücudu geçmişe saygıdan balıktan yapılmış. Merlion’ın orada biraz oturduk ne yapacağımıza karar vermek için.
Daha sonra Arap sokağına kadar yürümeye karar verdik yaklaşık 2 km uzaklıktaydı. Yollar pek müsait değilmiş yürümeye bunu fark ettik. Karşıdan karşıya geçecek bir yaya geçidi bulmak çok zor oldu. Yürürken her ülkede olan Hop on Hop Off’lardan gördüm onların yanında yıllar önce Boston’da gördüğüm hem karada hem denizde giden tur araçları ve (bence en ilginci buydu) gurme tur otobüsü gördük. Bütün şehri yiyip içerek gezebiliyorsunuz.
Arap caddesi çok büyük değil etrafı küçük esnaf dolu olan bir caminin etrafına kurulmuş bir sokaktı. 4 tane Türk restoranı da bu sokaktaydı, restoranlar camiye en yakın yerde. O mu bu mu derken Derviş restoranda karar verdik. Ortalama bir menü 50TL falandı ve yemekler de ortalamaydı. Yemekten kalkıp otele dönerken yağmur bastırdı.
Otele metro ile döndük otelin içinde bir durak varmış meğerse. Dönmeden kahvaltı için Starbucks’tan bir şeyler aldık ertesi sabah için. Sadece oda olarak almıştık. İyi ki öyle yapmışız bu kadar büyük otellerde kahvaltılar ve akşam yemekleri sıra beklemekle geçiyormuş gördüğümüze göre. Akşam havuz barda bir şeyler içelim dedik. O gün Cadılar Bayramı için parti vardı, hem çok gürültülü idi hem de bir anda fırtına çıktı ve her şeyi birbirine kattı. Biz de keyfi odaya sakladık. Bütün gece sicim gibi yağmur yağdı ama sabah sanki hiçbir şey olmamış gibi güneş açtı.
2.GÜN Sabah erken uyanıp bir gün önceden aldığımız sandviçlerle denize nazır kahvaltımızı yaptık. Daha sonra hazırlanıp tekrar havuza çıktık. Çocuklu ailelerin 1 saat daha geç odayı boşaltma hakkı var. Öğlene kadar yine havuzda takıldık yüzdük falan.
Daha sonra hazırlanıp çıktık. Ben çıkmadan önce seyir terasına çıktım. Ne var ne yok görmek için. Seyir Terası, bir geminin güvertesine benziyor, kenarlardaki cam korkuluklar boşluğa doğru yürüyormuş hissi veriyor insana.
Otelde hızlıca hesabı kapatıp diğer iki gece konaklayacağımız Holiday inn Express Hotel’e geçtik. Burası Clark Quay’da. Konum olarak çok iyi hem China Town’a yakın hem barların olduğu Clark Quay’daydı. Odaya yerleşip dışarı çıktık hemen.
Otelin yanında Taoizm’e inananlar için bir tapınak vardı. Adını hatırlamadığım bu tapınak Çin’de gördüklerimden farklıydı. Buna benzer bir tapınağı Xian seyahati dönüşü görmüştük. İçeride Budha yerine daha çok bilgeleri ve savaşçılarının heykelleri vardı.
Biraz göz atıp çıktıktan sonra China Town’a doğru yürüdük. China Town başta bir alışveriş merkezi olarak karşımıza çıktı biraz daha ilerleyip sokak aralarına bakınca asıl bölgeyi gördük. Öğle vakti geçince açlıkta hissettirmeye başladı. Bir noodle’cu bulup daldık içeri. Tabi ki Çin’de yediklerimiz gibi değildi. Çin’e dair özlediğim tek şey yemekler.
Çin yemekleri özellikle sebze ve türevleri çok başarılı idi. Hiç o Çin restoranlarında yediklerimizle alakası yok. Onlar Çin adı altında gelenekselleştirilmiş menüler.
Yemekten sonra biraz dolaşıp Little India’ya gittik. Diwali olduğu için sokaklar ışıklandırılmıştı ama biz Little Indıa’da gezip görecek bir şey bulamadık. Etraf küçük esnaf doluydu. Bir kahve içmek ve Zülce’yi emzirecek yerde yoktu. Bizde Clark Quay’a döndük. Orda bir Starbuks bulup oturduk.
Akşam 20’de Jumbo Sea Food Restoran’da rezervasyonumuz vardı. Burayı Şangay’dan bir arkadaşımız tavsiye etti. Onlar bir önceki sene gelmişler ve çok beğenmişler. Bir Zincir olan bu restoranın en ünlü yemeği yengec. Yemek için sadece 1.5 saatimiz vardı sonra yeni parti müşteriler gelecekmiş
O kadar popüler ve yoğunlardı. Yemekten önce nehrin etrafında tam tur attık. Singapur’da inanılmaz bir enerji sarfiyatı var. İnsanın gözlerini kamaştıran ışıklı binalar dolu etraf, akşam olduğunda her yer ışıl ışıl peki ya sonrası. Bu kadar enerji insan sağlığını etkilemiyor mu? Yemek için restorana vardığımızda masaların tamamı doluydu. Yemekler çok lezizdi fiyatlar ve rezervasyon için www.jumboseafood.com.sg/en/reservations görebilirsiniz. Zülce ek gıdaya başladığından beri damak tadı oluşması için her şeyi tek tek tattırıyorum. Püreden ziyade bütün halinde görsün tatsın istiyorum Jumbo Sea Food’da da dragon meyvesi ile tanıştı mıncıkladı parçaladı çok eğlendi bende rahat rahat yemeğimi yedim. 21.30 gibi yemek bitti biz daha hesabı istemeden onlar getirdi. Bir sonraki servis için işi şansa bırakmıyorlar. Yemekten sonra geze dolaşa otele döndük.
3.GÜN Programımızda gündüz Santosa Adası, akşam Orchard Road vardı. Sabah erken kalktık. Holiday Inn Hotel kahvaltı konusunda çok başarılıydı. Odalar kahvaltı dahil satıldığı için peşimizde oda numarası soran garsonlarda yoktu. Kahvaltı yapacak vakti olmayanlar içinde paket servis vardı ki bu düşünülmüş en güzel şey bence.
Kahvaltıdan sonra Universal Studio gitmek için Santosa Adası’nın yollarına düştük. Metro ile adaya giden istasyona kadar gidebiliyorsunuz. Adaya giden tren bir alışveriş merkezinin 3.katında. Universal Studio, Santosa’ya giden tren hattında ilk durak. Park için biletleri, tren biletinin satıldığı yerden alabiliyorsunuz ama öncelikli geçiş sağlayan Express biletleri içerde alabiliyorsunuz.
Kişi başı 150 S$ + 50s$ Express bilet. Express çok gerekli mi derseniz çok gerekli, normal bilette bir oyuncak için 50dk 150dk sıra bekleme süresi varken express biletlerle max.5dk bekliyorsunuz ki müthiş bir uygulamaydı. Hong Kong’dan biliyorum Disneyland kabusa dönmüştü bu bekleme davaları yüzünden. Gelelim Universal Studio’ya keyifliydi büyüklere de hitap eden bir çok makina vardı. Rolar costerlar şahaneydi. Amerika’dan sonra gördüğüm en heyecan verici olanlardı. Büyük keyif aldım. Latif bu park ziyaretinde daha çok beni gezdirdi desek yeridir.
Bir tek konu çok sinir bozucuydu, Jurassic Park kısmında bir makina tamamen ıslanmama sebep oldu ve öncesinde hiçbir uyarı levhası yada çalışanlardan bir ikaz olmadı. Yanımda yedek kıyafette olmadığı için ıslak ıslak gezdim benimle aynı kaderi paylaşan diğer insanlar gibi. O ıslatan oyuncağın çıkışında 5S$ karşılığı kurutma makinası var ama sanırım 100 kere kullanmak gerekli kurumak için.
Parkta akşam 16.00’a kadar kaldık. Sonra Santosa’daki Hard Rock Cafe’ye attık kendimizi. Hem yemek yedik hem dinlendik. Son olarak listemizde Orchard Road vardı. Caddenin başından sonuna kadar yürüdük. Biraz Nişantaşı havasında olan bu cadde alışveriş yapmak içinde çok uygundu. Cadde üzerindeki bir elektronikçiden Latif’in Gopro’su için ekran aldık. Zülce için de Little Swimmer bez. 12 tanesi 16S$’dı, eğer geldiğiniz yerde daha ucuz ise bebeğinizin ihtiyaçlarını mutlaka alıp da gelin derim. Caddenin sonunda Hard Rock Cafe’ye uğradık yine eşimin koleksiyonunun parçasını almak için. Sonrasında çok yorgunduk ve Mcdonalds’tan bir şeyler alıp taksiye atlayıp otele döndük. Bir yerlerde oturacak halimiz bile yoktu. Sabah erkenden Bali’ye uçağımız içinde toparlanıp uyuduk.
Singapur aslında çok merak ettiğimiz bir ülke değildi, etrafta ilgimizi çeken pek bir yer kalmadığı için tercih ettik. Dubai gibi hem fazla yapay hem de fazla pahalıydı. Bir çok noktası Şangay’a inanılmaz benziyordu. Hangisi birbirinden etkilenmiş emin değilim. Halkın ciddi bir bölümü Çince konuşuyordu. İngilizce sorup Çince cevap aldığımız anlar bile oldu. Burada da bir çok milletten insan vardı gezmek için gelenler ve yaşayanlar. İnanılmaz derecede çok spor için koşan insan vardı. Hayatımda ilk kez bu kadar koşan insanı bir arada gördüm. Artık Singapur bitip Bali yollarına düşünce asıl heyecan başladı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder